AŞK NEDİR, BİLEN VAR MI?


Öyle bir soru ki “Aşk Nedir?”, cevabı belki milyon tane, belki milyar tanedir.

Herkese sorsan tek tek, hepsi başka bir cevap verir.

Ve hatta o cevap her yıl, her ay, her gün, her saat değişir.

Ben de bilmiyorum, kararsızım.

Aşk “hiç” olmaktır bazen.

Bazen “çok” olmak.

Hem “var” olmak.

Hem “yok” olmak.

Koca koca insanlar, filozoflar, yazarlar...

Onlar da ayrı telden çalıyorlar.

Arthur Schopenhauer “Aşk, insan türünü sürdürmek için bireye kurulmuş tuzaktan başka bir şey değildir” diyor.

Sophocles “Hayatın ağırlığını ve acısını tek bir sözcük unutturur bize, aşk” diyor.

Goethe olumsuz:

Aşk, zaman kaybından başka bir şey değildir.

Platon da öyle:

Aşk, ciddi bir akıl hastalığıdır.

Oscar Wilde daha yumuşak bakmış meseleye:

Aşk, karşılıklı bir yanlış anlamadır.

İlle de bir karar vermem gerekirse..

Aşk bir hastalıktır, bünyesi zayıf olanı aldı mı pençesine, yerden yere vurur.


Nazım Hikmet ise o kişi, yaşadığı acıyı, hasreti, umudu, çaresizliği sarraf özeniyle işler satırlara ve eşsiz birer armağan olarak bırakır tarihe:

“Ben

senden önce ölmek isterim.

Gidenin arkasından gelen

gideni bulacak mi zannediyorsun?

Ben zannetmiyorum bunu.

iyisi mi,

beni yaktırırsın,

odanda ocağın

üstüne korsun

içinde bir kavanozun.

Kavanoz camdan olsun,

şeffaf,

beyaz camdan olsun

ki içinde beni görebilesin

Fedakârlığımı anlıyorsun :

vazgeçtim toprak olmaktan,

vazgeçtim çiçek olmaktan

senin yanında kalabilmek için.

Ve toz oluyorum

yaşıyorum yanında senin.

Sonra, sende ölünce

kavanozuma gelirsin.

Ve orada beraber yatarız

külümün içinde külün

ta ki bir savruk gelin

yahut vefasız bir torun

bizi ordan atana kadar…”



Yok, eğer bir ülkenin kaderine hükmeden bir adamsa Adnan Menderes gibi, o bile gönlüne söz geçirmez, tutsağı olur sevdasının.

Can Dündar da “Yüzyılın Aşkları” kitabında şu sahneyi aktarır:

“1961 Eylül'ünde Menderes'i bir feribotla İmralı Adası'na götürdüler. Bu, onun son yolculuğuydu.

Yola çıkmadan bir süre önce bir milletvekili aracılığıyla Ankara'ya, Ayhan'a bir altın kolye göndermişti. Yonca şeklinde bir kolyeydi bu.

Yıllar önce Ayhan ona vermişti, uğur getirsin diye…

Bundan sonra uğura ihtiyaç duyacak olan Ayhan'dı.”

Kim ne derse desin aşk hakkında, beni irkilten iki sözcüğü Ahmet Ümit kitabının adı yapmıştır:


 
Aşk Köpekliktir

Neden yaptığını da, kitapta aynı adı taşıyan son öyküsünün girişinde aktarmıştır:

"Canımın içi, sevgili Liliciğim!

Ben her zaman senin küçük köpeğinim, bir tek seni düşünerek yaşıyorum, seni bekliyorum, sana tapıyorum.

Yaz bana canımın içi, yaz yavrucuğum, sev beni küçük sevgilim. 150 000 000 kez öpüyorum seni.

Tümüyle senin olan, ölene dek seni bekleyen küçük köpeğin.

Vladimir Mayakovskiy / Lili Brih’e Mektuplar"


Yorumlar