GÜVEN YERLE YEKSAN / günlerden 30 mayıs


 


Bekir Ağırdır yazdı____________________

 

Üçü ayrı ama birbirine değen, aynı zamanda birbirini de besleyen ya da karşılıklı olarak etkileşen üç süreci bir arada yaşıyoruz: İmamoğlu operasyonu, açılım, yeni anayasa süreci. Her birinin dinamikleri ve nedenleri, her birinin aktörlerinin, süreç sonundaki hedefleri, yine her birinin katmanları, tarihsel ve siyasal bağlamları farklı.

Üç ayrı sürecin dinamiklerine, toplumsal ihtiyaçlara denk gelip gelmediklerine baktığımızda, üçü de siyasi alanı belki de kökten değişime zorlama potansiyeli taşıyorlar. Öte yandan süreçlerin her birinde yaşanacak olumsuz gelişmeler daha da derin siyasi ve toplumsal gerilimlere dönüşebilir.

İmamoğlu’na, ekibine ve CHP’ye hukuki mekanizmalar üzerinden siyasi bir operasyon yürüyor.

İmamoğlu’na yönelik yargı süreçleri ve CHP’li belediye başkanlarına kayyum atamaları yalnızca kişilere yönelik operasyonlar değil. Uzun süredir siyasi alanı daraltmayı hedefleyen iktidar uygulamaları artık doğrudan CHP ve İmamoğlu’na yönelmiş durumda. Aynı zamanda muhalefetin kurumsal gücünü zayıflatma ve alternatif siyasi tahayyülleri boğma stratejisinin parçası. İktidar bloğu hem “muhalefeti yeniden biçimlendirme” hem de Erdoğan’ın gelecek seçimlerdeki rakibini belirlemeyi hedeflediği bir stratejiyle yürüyor.

Kayyum atamaları, yasa ve kararnamelerle yerel yönetim yetkilerini kısıtlama arayışları, mali politikalarla yerel yönetimlerin kapasitelerini eksiltme ve hatta personel ücretlerini bile ödeyemez hale getirme uygulamaları sürüyor. CHP kurultaylarına dair davalarda her an aleyhe karar çıkacakmış izlenimi vererek CHP paralize edilmeye çalışıyor.

Ayrıca bu süreç, yalnızlaştırma ve caydırma yoluyla CHP’nin ve özellikle İmamoğlu’nun çevresini boşaltmayı hedefliyor.

Yaşamakta olduğumuz ikinci süreç “Terörsüz Türkiye” süreci. Kürt meselesi yarım yüzyılı aşkın süre boyunca teröre rehin edilmişti. Yerel yönetimler reformundan hak ve özgürlükler bahsine birçok konu Kürt meselesinin ürettiği zihni ve ruhi ambargoya takılı kalmıştı. Sonuçta Kürt meselesiyle demokratikleşme meseleleri iç içe geçerek, birbirini kimi zaman çoğaltarak kimi zaman kısıtlayarak bugüne gelindi.

Bahçeli’nin ve MHP’nin ekim ayındaki hamleleriyle başlayan süreç bugün PKK’nın kendini fesih kararına kadar geldi.

Sağlıklı ve doğrudan bilgilendirmeler olmasa da bir süredir müzakerelerin sürdürüldüğü anlaşılıyor. Öcalan yeni ideolojik ve siyasi pozisyon tarif ederek “eşit vatandaşlık” vurgusu yapıyor. Devletin terörle mücadele stratejisinin yeni bir boyuta evrilmekte olduğu, Orta Doğu’nun ve Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin de etkin rolünün olacağı söyleniyor.

Şimdi önümüzdeki soru, meseleyi bir güvenlik politikası çerçevesinden mi konuşacağız ya da yeni bir ortak yaşam tahayyülünün inşası olarak mı tartışacağız sorusu. Ancak süreç henüz toplumsallaşmış değil ve oldukça kırılgan; dış dinamiklere ve özellikle Suriye gibi bölgesel gelişmelere açık bir zemin üzerinde yürütülüyor.

 

Yeni anayasa zorunluluk ama hangi yeni anayasa

Üçüncü süreç ise Bahçeli ve ardından Erdoğan hamleleriyle gelişen anayasa süreci. Bahçeli “Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu” önerdi. Ardından Ak Parti’nin kendi içinde oluşturduğu bir anayasa komisyonunun çalışmalarından haberdar oldu kamuoyu. Birkaç gün sonra da Cumhurbaşkanı’nın sözleri kamuoyuna yansıdı. Erdoğan “Sivil anayasayı bir an önce oluşturalım ve milletimize takdim edelim. Hem milli olsun hem yerli olsun…Yeni anayasayı kendimiz için değil, ülkemiz için istiyoruz. Benim tekrar seçilme veya tekrar aday olma gibi bir derdim yok. Atacağımız adımlarla ülkemizin itibarını nasıl yükseltiriz, derdimiz bu.”

Erdoğan’ın sözleri ve Ak Parti’nin anayasaya dair çalışmalarından anladığımız önerilen anayasa sürecinin Bahçeli’nin “terörsüz Türkiye” ve komisyon önerisinden farklı olduğu. Erdoğan’ın dillendirdiği aslında açılım sürecinden de önce zaman zaman MHP’nin de dillendirdiği yeni ve kapsamlı bir yeni anayasa süreci. Bu bakımdan da açılım ya da terörsüz Türkiye hedefini de aşan bir başka süreçten bahsediyoruz.

“Terörsüz Türkiye Stratejisi” adı ile önerilen komisyonla iktidar bloğunun anayasa çağrısının kapsamı aynı değil. Yöntem aynı mı ondan da emin değiliz. Yeni anayasa ülkenin ihtiyacı olan demokratikleşme, denge ve denetleme mekanizmalarının inşası mı yoksa devletin güvenliğini önceleyen, merkezileşmeyi güçlendiren, güçler ayrılığını değil tekliğinin anayasal zeminini inşa etmek mi? Bu sürecin merkezinde yeni bir siyasal tahayyül inşa etmek var: Milliyetçi ve ahlakçı kodlarla donatılmış yeni bir toplumsal denge projesi ve yeni bir anayasal düzen.

Öte yandan daha yapısal bir meselemiz var. Toplumla devletin karşılıklı güvenleri yerle yeksan olmuş durumda. Devlet yurttaşına yurttaş devletine güvenmiyor. Kadim toplumsal ve siyasal meseleler nedeniyle toplumsal fay hatları derinleşmiş, birçok fay hattı keskin kutuplaşmalara dönüşmüş durumda. O nedenle yeni bir toplumsal uzlaşma için de toplumun devletle yeni bir barışı için de yeni anayasaya ihtiyaç var.

İktidarın geleceği mi toplumun talepleri mi?

Anayasa sürecini iktidar bloğunun gerekçeleri ve hedefleri mi yoksa ülkenin ihtiyaçları ve zorunlulukları mı harekete geçiriyor, emin değiliz.

Üç meselenin de gündeme gelişi belki hayatın dayatmaları ama iktidar bloğunun üç süreçten de meramı farklı görünüyor. İktidar bloğu güvenlik ve ahlakçı bakış açısıyla, devletin güvenliğini ve bekasını toplumsal esenliğin pahasına önceleyen tercihlerle yürüyor. Üç süreci birleştiren bağlam ise Türkiye’nin yaşadığı ekonomik ve toplumsal kriz. Bu bağlamda toplumsal psikolojideki hâkim duygu ise “geleceğe dair ortak korku ve çaresizlik”.

Dolayısıyla iktidar açısından tüm bu süreçler birer çıkış arayışı; hem iktidarın yeniden meşruiyet üretme çabası hem de toplumun istikrar beklentisine yanıt verme girişimi olarak okunabilir.

Bu tabloda, süreçlerin eş zamanlılığı bilinçli bir stratejinin ürünü gibi: Bir yandan eski tehditler tasfiye edilirken (PKK), diğer yandan yeni tehditler (muhalefet) kontrol altına alınıyor ve bunların hepsi yeni bir siyasal rejimin hukuki ve ideolojik altyapısını kurmaya dönük anayasa çalışmasıyla taçlandırılıyor. Ancak süreçlerin her biri hem kendi içinde hem de birbiriyle etkileşiminde ciddi riskler ve belirsizlikler taşıyor.

İmamoğlu ve CHP’ye operasyon sürecinde toplumsal tepkinin beklenmedik biçimde ve yoğunlukta sürece müdahil olması iktidarın işini zorlaştırmış gibi görünüyor. Belediyeye de CHP’ye de kayyum atama arzusunun toplumsal muhalefet nedeniyle ertelendiği anlaşılıyor. Toplumsal muhalifler ve özellikle de gençler yalnızca iktidarın arzu ve hedefini değil CHP’yi de değişime zorluyor. İktidarın muhalefeti biçimleme stratejisi giderek tüm siyasi alanı değişime zorlayan bir sürece evrilebilir mi, henüz bilmiyoruz.

Muhalefete operasyon süreci sadece bugünkü aktörleri değil, yarın muhalefete yakın durabilecek herkesi içine çekebilecek bir içeriğe dönüşmüş durumda. O yüzden bu soruşturmanın amacı sadece İmamoğlu’nu yıpratmak, CHP’yi yeniden tasarlamak değil; bu çizgide duran sermayeyi, bürokrasiyi, hatta uzak durmayı düşünenleri bile korkutup uzaklaştırmak. Belki de mesele, cezalandırmaktan çok çevresini boşaltmak ve yalnızlaştırmak.

Diğer yandan açılım, komisyon ve bu çerçevenin içinden anayasa tartışmasının yeniden ve daha güçlü biçimde gündeme gelmesi iktidarı oluşturan zihni koalisyonun her bir aktörü için farklı anlamlara geliyor olabilir. Siyaset mühendisliğini hedefleyen aktörler açısından gelinen noktada hedeflenen devletin yeniden pozisyonlanmasına imkân veren bir platform yaratma girişimi olabilir. Tıpkı “Kürt sorunu yoktur” söylemiyle çözümü güvenlikleştirme tarzı gibi. Öte yandan bu merkeziyetçi sistemin ve küresel dinamiklerin ülke için ürettiği riskleri ve fırsatları dikkate alarak yapısal bir dönüşümü kaçınılmaz gören aktörlerin sahici bir çözüm arayışı da olabilir.

Örneğin 16 siyasi partiden, 100 kişilik geniş katılım, oransal temsil ve uzman katkısıyla geniş tabanlı bir anayasa komisyonu öneriliyor. Bu durum, öneriye kapsayıcılık ve meşruiyet havası vermeyi amaçlıyor. Fakat komisyonun salt çoğunluğa dayanan karar alma biçimi, mutabakat yerine çoğunluk ilkesine dayanması, iktidar bloğunun kararları şekillendirme gücünü artırabilir. Bu, muhalefetin katkısını da sınırlayabilir.

Karşı karşıya olduğumuz tüm meseleleri siyaset marifetiyle çözebiliriz. Fakat siyasi kültürümüz ve alışkanlıklarımız ne yazık ki müzakere ve uzlaşmalara dayalı değil. Siyasete münakaşa ve münazara kültürü hâkim. O nedenle ister Kürt meselesi ve açılım süreci konuşalım ister yeni anayasa tartışalım bilek bükmeyi hedefleyen siyaset tarzları ile bu süreçlerin başarılı olma şansı yok ne yazık ki. O nedenle kaçınılmaz olarak gerçeklerden, önerilenlerin çözümü sağlayıp sağlayamayacağından değil niyetlerden konuşuluyor, pozisyonlar üretiliyor. Hele üç sürecin her birindeki muhaliflere, farklılıklara, çeşitliliklere karşı söylemlere, politikalara, reva görülenlere bakıldığı zaman niyet sorgulaması kaçınılmaz oluyor.

Örneğin siyasi alan ve muhalefet keyfi kararlarla bu denli baskılanırken açılım ve anayasa süreçlerinin başarıya ulaşma ihtimali var mı? Zihnimiz tutarlılık arıyor, yaşananlar arasındaki çelişkilere bakarak niyetler sorgulanıyor. Belki de bu bakışımız sorunlu, belki de iktidar bloğunun tutarlılık diye bir derdi yok. Yaşanan her bir sürecin ayrı gerekçeleri, ayrı yöntemleri ve ayrı hedefleri var. Aslında üç süreç de birbirinden bağımsız klasörler halinde yürütülüyor, her klasördeki aktörler farklılaşabiliyor. Bu aktörler arası uyum, ittifaklar da dinamik ve değişken. O nedenle süreçler birbirini tamamlamak zorunda da değil, birbirine gevşek biçimde bağlı ya da bağımsız alt senaryoları içeren şekilde kurgulanmış olabilirler. Özellikle Erdoğan’ın siyaset tarzına ve geçmişte benzer durumlarda nasıl davrandığına bakıldığında, bu farklılaşmalar ya da geçirgenlikler daha mümkün gibi görünüyor.

 

Yeni bir siyasal akıl mümkün mü?

Ne yazık ki ülke siyasetin özünden uzaklaştığı, görüntünün özü örttüğü bir dönemden geçiyor. Bugün siyasal alanın öne çıkan karakteri, niyetin gerçekliği perdelediği bir iklimin egemenliği. Hayatın ve meselelerin gerekliliklerinden değil kimliklerden ve kutuplaşmalardan beslenen politikalar, muhalif ve farklı olmayı baskılayan uygulamalar, ötekileştirmelere yaslanan bir siyasal dil, yurttaşın güven duygusunu derinden aşındırıyor. Oysa yurttaş için esas olan, kendi hayatında neyin değiştiğidir.

Toplumda umut vaat eden söylemler ile yaşanılan ve tanık olunan gerçekliklerin ne kadar örtüştüğüne dair derin bir kuşku yerleşmiş durumda. Asıl sorun, toplumun siyaset marifetiyle sorunları çözebileceğimize dair güveninin düşüyor olması.

Toplumda siyasal güvene dair ciddi bir açık var. Geçmişte defalarca yeniden ve yeniden vadedilen ama süreklilik arz etmeyen reformlar, masada kalmış uzlaşı çağrıları, yarım kalmış açılımlar, demokratik hamleler... Tüm bunlar, bugün söylenen her sözün ardında çok daha büyük bir kuşku şemsiyesi oluşturuyor. Bu şemsiye altında, samimi bir niyetin bile sesi cılızlaşıyor.

Toplum, niyeti değil, sonucu arıyor. Çünkü insanların çoğu, artık bir siyasi söylemi duyduğunda ona inanmak yerine, daha önceki tecrübelerini hatırlıyor. Hafıza, her yeni sözü eski boş çıkmış vaatlerle yan yana koyuyor.

Türkiye, yeni bir siyasal akıl inşa etmek zorunda. Bu, sadece yöntem ya da aktör değişiminden ibaret değil. Kurumların, kuralların ve zihniyetin tümden, bütünleşik ve senkronize olarak değişimini zorunlu kılıyor. / Gazete Oksijen

 

30 MAYIS’LAR

1431 – Jeanne d’Arc, büyücülük suçu ile yargılandı ve yakıldı.

1631 - Fransa'nın ilk gazetelerinden, La Gazette, Théophraste Renaudot tarafından yayımlanmaya başlandı.

1806 - Andrew Jackson, Charles Dickinson adında birini karısına hakaret ettiği için yaptıkları düelloda öldürdü. Andrew Jackson, o tarihte henüz ABD Başkanı olmamıştı.

1876 - Osmanlı Padişahı Abdülaziz, 30 Mayıs 1876 Darbesi ile tahttan indirildi. Yerine yeğeni V. Murat geçti.

1921 - Çankaya Köşkü, Mustafa Kemal'e armağan edildi. Atatürk, köşkü bir yazı ile Ordu'ya bağışladı.

1954 – Demokrat Parti iktidarı, Kırşehir’i ilçe yaptı. Kırşehir üç yıl sonra yeniden il oldu.

1970 – Askeri Personel Kanunu tasarısını protesto eden astsubay eşleri yürüdü. Astsubay eşlerine polis müdahale etti.

1974 – TBMM’de, Cumartesi günlerinin tam gün tatil olması kararı alındı.

1981 - Bangaldeş'de Tuğgeneral Mansur Ahmet Hükûmete karşı ayaklanma başlattı. Devlet Başkanı Ziyaü'rrahman öldürüldü.

2002 – Van’ın Çaldıran ilçesi yakınlarında, İran sınırından kaçak yollarla Türkiye’ye girmeye çalıştıkları sırada donarak ölen 9’u çocuk, 19 kişinin cesedi bulundu.

2022 – Memurun sakal uzatması “resmen” serbest oldu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, Kılık Kıyafet Yönetmeliği’nde yer alan “Her gün sakal tıraşı olunur ve sakal bırakılamaz” ibaresinin kaldırılmasına karar verdi.

 

30 MAYIS’TA DOĞANLAR

1980 - Halis Özkahya, Türk hakem

 

30 MAYIS’TA ÖLENLER

1778 - Voltaire, Fransız yazar ve filozof (d. 1694)

2012 - Rekin Teksoy, yazar, çevirmen, sinema eleştirmeni (d. 1928)

2013 - Güzin Dino, Türk dilbilimci, öğretim üyesi, çevirmen yazar (d. 1910)

2015 - Bedri Koraman, Türk karikatürist (d. 1928)

2024 - Ahmet Uğurlu, Türk tiyatro ve sinema oyuncusu (d. 1952)

Yorumlar