Selçuk Şirin / Gazete Oksijen
Konformizm ya da genel grup normlarına uyum elbette yeni bir durum değil. İnsanlar, topluluk hâlinde yaşamaya başladığı günden beri birlikte hareketi yüceltmiş, sürüden ayrılanı cezalandırmış. O nedenle zaten bizim atasözlerimiz farklı düşünmenin tehlikelerini anlatır, grup normlarına uymanın erdemini öğretir. Eski köye yeni adet getirme! İcat çıkartma! Sürüden ayrılanı kurt kapar! Hepsi bize aynı mesajı veriyor: Aman ayrık otu olma, aman ağzımızın tadını kaçırma, aman farklı düşünme. Bunun yaşamsal bir sebebi var. Konformizm, yani Türkçesiyle uyum, geleneksel üretimin hâkim olduğu toplumlarda toplumsal ahengi korumak için vazgeçilmez bir araç.
Ben bu gözlemleri Türkiye’de yaptım ama konformizm, evrensel bir durum. Bu sene çıkan “Bakışınızı Değiştirecek 10 Deney” kitabımdaki kült deneylerden biri olan Asch’ın o meşhur konformite deneyi bu noktayı dramatik bir şekilde gözler önüne serer. Bu deneyde katılımcılar bir odada kendilerine gösterilen bir posterde yer alan tek bir çizginin yanındaki üç çizgiden hangisine eşit olduğunu bulmakla görevlendirilir. Katılımcılar tek başınayken kolayca doğru yanıtı verir. Yanılma payı yüzde 1’den daha azdır! Herkes ama herkes doğru cevabı anında bulur. Ama aynı katılımcılara aynı soru grup içinde sorulduğunda herkes birbirinden etkilenir. Ve sıkı durun! Katılımcıların %75’i başkaları yanlış yanıtı verdiğinde kendi gözlerine değil, grup normlarına uyar ve yanlışı seçer. Amerika’da ve dünyanın pek çok farklı yerinde yapılan benzer deneylerde de aynı sonuç alınır. İnsanlar, gruptan dışlanmamak adına göz göre göre yanlışa sırf etraf bir şey demesin diye ortak oluyor. Konformizm göz göre göre insanları yanlışa itiyor. Eğer bu deneyi daha evvel bilmiyorduysanız lütfen yazıya ara verin ve YouTube üzerinden birkaç video izleyin. Deneyin gücü basitliğinden geliyor.
Sistem meşrulaştırma memuru
Aschin konformite deneyleri bize bireyin grup içinde kendi gerçeğini unutup grup normlarına uymak için yanlışa ortak olduğunu gösterir. Fakat asıl soru şudur: Bu eğilim niçin süreklileşir ve yanlış olduğunu bildiğimiz düzeni savunmaya dönüşür. İşte sosyal psikolojide System Justification Theory, tam da bu soruya cevap veriyor. New York Üniversitesi’nde mesai arkadaşım John Jost’un geliştirdiği Sistemi Meşrulaştırma Kuramı (System Justification Theory) pek çok disiplinde kullanılan çok kıymetli bir yaklaşım sunar bize. Bu teoriye göre insanlar mevcut düzeni eleştirel bir şekilde sorgulamak ve sistemdeki aksaklıkları gidermek için adım atmak yerine onu meşrulaştırmaya daha fazla eğilimlidir. Eleştiri emek ister, insanı rahatsız eder. Belirsizlik bizi tedirgin eder. Ağzımızın tadını kaçırır. O yüzden sistemde bir aksaklık olduğunda sistemi eleştirmek yerine var olan düzeni olduğu gibi kabullenmek ve sistemde hiçbir arıza yoktur demek insanı rahatlatır. Bu seçenek belirsizlikle yüzleşmekten daha güvenlidir. İnsanlar yanlışın farkında olsa bile, ki çoğu zaman farkındadır, “düzensizliktense düzen” diyerek işlemeyen sistemi savunur ve bu sistemi düzeltmek isteyenleri “tehdit” olarak görür.
Sistemi meşrulaştırma kuramının en somut hâlini sosyal medyada görüyorum. Ne zaman düzene dair eleştirel bir cümle kursam, anında “Aman hocam, ağzımızın tadını kaçırma” diyenler beliriyor. Sahte diploma skandalının gençleri olumsuz etkileyeceğini yazdığımda bir takipçi, sırf sistemi eleştirmemek için kendini şöyle ikna etti: “Bu tabloyu gören gençler, bir gün yakalanacaklarını düşünür ve hile hurdaya hiç bulaşmaz.” Yani sorun, bizzat mağduru etkileyecek olsa bile düzeni aklamak için hikâyeyi tersine çeviriyoruz. İşte kuramın söylediği tam da bu: Yanlışı düzeltmek yerine, yanlışı meşrulaştıracak bir gerekçe buluyoruz. Ben buna sistem meşrulaştırma memurluğu diyorum.
Tek tipleşme mekanizması nasıl işliyor?
Farklı olanı, sisteme tehdit olarak kodladıktan sonra gerisi çok iyi bildiğimiz bir senaryodur. Ya devlet eliyle ya mahalle baskısıyla ilerleyen bu süreç, önce basit yargılama ve sosyal dışlamayla başlıyor, sonra iktidarda kimin olduğuna ve hukuku ne kadar ayaklar altına almak istediğine bağlı olarak devreye devletin meşru gücü yani kolluk ve adliye giriyor. Maalesef bizde son dönemde örneği çok bu durumun… Sanattan siyasete, sanayiden girişimciliğe, gurme sektöründen moda tasarımına pek çok alanda sistemin çizdiği sınırların dışına çıkanları aşağı çekmek için kimi zaman mahalle baskısı kimi zaman da devlet sopası gösteriliyor. İster siyasetçi ister iş insanı olun, Türkiye’de eğer farklı bir ses çıkartırsanız özellikle, karşınızda ya trolleri ya da polisi buluyorsunuz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu üzerinden başlayan soruşturma bunun en son örneği. Ama mekanizma sadece siyasette işlemiyor. Ticaretten sanata hayatın başka alanlarına da sirayet etti, ediyor. İnsanlarda farklı bir iş kurma, farklı bir proje geliştirme arzusu yok
bugünlerde.
Dediğim gibi, geleneksel üretim tarzında farklı düşünenlere ihtiyacımız vardı ama onlara muhtaç değildik. Ancak teknolojinin giderek akılalmaz bir hızda değiştiği, çocuk yetiştirmeden iş fikri geliştirmeye hayatın her alanında daha evvel karşımıza çıkmayan yeni sorunlarla başa çıkmaya çalıştığımız bugünlerde ilerleyebilmek için farklı düşünen insanlara her zamankinden daha çok muhtacız. Turizmden enerjiye, tarımdan sağlığa her alanda bizim inovasyona ihtiyacımız var. Bunun için de hayatın her alanında alışılmışın dışına çıkan ve başta “tuhaf” ya da “olmaz” denilen fikirlere ihtiyacımız var. Tony Bennett & Lady Gaga’nın They All Laughed parçasında dediği gibi, önce gülerler sonra alkışlarlar.
Yapay zekanın hayatın her alanını hallaç pamuğu gibi sarstığı bu çağda hâlâ konformizmde ısrar etmek sofrada yoksulluğu peşinen kabul etmekten başka bir şey değildir. Herkes aynı şeyi giydiğinde, aynı şarkıyı dinlediğinde, aynı fikri savunduğunda güvenli bir düzen kurabilirsiniz ama bu düzenin yarın ayakta kalacağını garanti edemezsiniz. Arızaları aşikar olan bir düzende ısrar, yüksek teknoloji çağında bir prangaya dönüşür. O nedenle, bize şimdi her zamankinden daha çok farklı fikir, farklı duruş, farklı bakış gerekli. Tıpkı Mevlana’nın dediği gibi, tıpkı bu aralar pek kullanılmayan o güzel atasözünün dediği gibi: “Akıl akıldan üstündür.” Bu çağın meselesi farklı olana yalnızca katlanmak değil, ona alan açmaktır.
31 AĞUSTOS’LAR
1868 - Galatasaray Lisesi "Mektebi Sultani" adıyla kuruldu.
1918 - Vahdettin padişah oldu. O gün, Osmanlı tarihindeki son kılıç kuşanma töreni yapılmış oldu.
1928 - Bertolt Brecht'in Üç Kuruşluk Opera adlı oyununun ilk gösterimi Berlin'de yapıldı.
1939 - Almanya’da yaptırılan Batıray denizaltısı denize indirildi.
1939 - Gleiwitz Vakası: II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da başlamasının arefesinde, Polonyalı kılığına bürünmüş Alman güçlerince düzmece bir saldırı düzenlendi.
1952 - Et ve Balık Kurumu üretime başladı.
1957 - Malezya, Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını kazandı.
1962 - Trinidad ve Tobago, Birleşik Krallık'tan bağımsızlığını ilan etti.
1966 - Irak Ordusu, Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin elindeki Erbil kentini ele geçirdi.
1970 - İzmir'de Akdeniz Oyunları'nın yapılacağı "Halkapınar Spor Tesisleri", inşaat sırasında yandı.
1972 - Amerikalı yüzücü Mark Spitz Münih olimpiyatlarında 7 altın madalya kazandı.
1980 - Polonya'da, Dayanışma Sendikası kuruldu.
1986 - Bir Meksika yolcu uçağı ile küçük bir uçak, Kaliforniya'nın Cerritos şehri üzerinde havada çarpıştı. Uçaklardaki 67 kişi ile yerdeki 15 kişi öldü.
1986 - Karadeniz'de bir Sovyet yolcu gemisi, bir tanker ile çarpışarak battı: 423 kişi öldü.
1988 - Türkiye ile Gürcistan arasında Sarp Sınır Kapısı açıldı.
1991 - Kırgızistan, SSCB'den bağımsızlığını ilan etti.
1995 - Westwood Studios, Command & Conquer serisinin ilk oyunu olan "Command & Conquer"ı piyasaya sürdü.
1997 - Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi protesto eden 150 kişilik grup ATV'nin Kasımpaşa Stüdyoları'na saldırdı.
1997 - Prenses Diana ile arkadaşı Dodi Al Fayed, Paris'te bir trafik kazasında öldüler.
1998 - Kuzey Kore, ilk uydusunu fırlattı.
1999 - Boeing 737-200 tipi bir yolcu uçağı, Buenos Aires'ten kalkışı sırasında düştü; 67 kişi öldü.
2005 - Bağdat'ta bir köprüde meydana gelen izdihamda yaklaşık 1000 kişi öldü.
2010 - Irak Savaşı, ABD Başkanı Barack Obama'nın konuşmasıyla resmen bitti.
31 AĞUSTOS’TA DOĞANLAR
1868 - Musahipzade Celal, Türk oyun yazarı (ö. 1959)
1928 - James Coburn, Amerikalı oyuncu (ö. 2002)
1949 - Richard Gere, Amerikalı aktör
1971 - Chris Tucker, Amerikalı oyuncu ve komedyen
1985 - Mabel Matiz, Türk şarkıcı
31 AĞUSTOS’TA ÖLENLER
1811 - Louis Antoine de Bougainville, Fransız amiral ve kâşif (Begonvil bitkisini keşfetti) (d. 1729)
1867 - Charles Baudelaire, Fransız şair (d. 1821)
1942 - Georg von Bismarck, Alman asker (d. 1891)
1951 - Mazhar Osman Usman, Türk ruh ve sinir hastalıkları uzmanı (d. 1884)
1967 - Ilya Ehrenburg, Sovyet yazar (d. 1891)
1967 - Samed Behrengi, Azeri asıllı İranlı öğretmen ve çocuk hikâyeleri ile halk masalları yazarı (d. 1939)
1973 - John Ford, Amerikalı film yönetmeni (d. 1894)
2020 - Haldun Boysan, Türk sinema ve dizi oyuncusu ve seslendirme sanatçısı (d. 1958)
2021 - İnci Çayırlı, Türk Sanat Müziği yorumcusu ve koro şefi (d. 1935)
2021 - Ferhan Şensoy, Türk oyuncu, yazar, senarist ve şair (d. 1951)
Yorumlar
Yorum Gönder