HAYATIMIZIN PARÇASI OLMUŞ GÜZEL İNSANLAR ANLATIYOR: BİR GÜN BEN TİYATRODAYKEN...

 Tiyatro, hayattır.

Tiyatro, insandır.

Ve o hayatın insanları, hayatımızı parçası olmuşlardır, unutulmazlardır.

Dünya Tiyatro Günü’nde galiba en iyisi, Ülkü Tamer’in 40 unutulmaz tiyatro insanın anılarından derlediği “Bir gün ben tiyatrodayken...” kitabından bazı sahneleri aktarmak.

“Perde” deyip, başlayalım o zaman….

 


EROL GÜNAYDIN / 1956-57 yıllarıydı. Ankara Devlet Tiyatrosu'na girmiştim. Parasız olduğum zamanlar… Cevat Fehmi Başkut'un Kleopatra 'nın Mezarı oyunundayız.

Birinci perdenin sonlarında sahneye bulgur pilavıyla pide getiriliyor. Pilavdan bir kaşık alınıp bırakılıyor.

Ben de gizlice pilavı bir güzel yiyorum sonradan.

Bunu Muhsin Ertuğrul'a haber vermişler. "Efendim, Erol Günaydın aksesuarları yiyor," demişler.

Muhsin Bey beni çağırttı.

"Sen aksesuarları yiyormuşsun," dedi.

"Ne yapayım, efendim," dedim. "Param yok, ben de bulgur pilavıyla karnımı doyuruyorum."

"Afiyet olsun," dedi Muhsin Bey. "Ben ahçıya haber veririm, pilavı bundan sonra tereyağıyla yapar."

Ertesi akşam gerçekten nefis bir pilav geldi... Muhsin Bey

bir de sürpriz yapmıştı. Pilavın yanında irmik helvası da vardı!




YUSUF SURURİ / Yazdığım Emir operetini 1933'te Atatürk seyretti... Çok beğendi. Anadolu'da oynamamız için emir verdi. Malatya'ya gittik. Salon tıklım tıklım. İlk bölüm alkışlar arasında sona erdi. Kısa bir aradan sonra perde yine açıldı. İkinci bölüm bir barda geçiyor. Ama perde açılır açılmaz  polis başkomiseri sahneye fırladı. "Tamam!" diye bağırdı. "Oyun devam edemez! Herkes evine!"·

"Neden?" diye sorduk. "Neden olacak?" dedi:

"Malatya'da bar açmak yasaktır!"

 


TOTO KARACA / Maksim Bar diye bir yer vardı Taksim'de. Arap Tomas çalıştırırdı. Beni seyretti, sahneye çıkarmak istedi. İki buçuk lira da yevmiye vereceğini söyledi. Yıl 1924. İki buçuk lira iyi para.

İlk gece baktım, salon komple! Herkes kalantor. Kadınlar, erkekler, giyinip süslenip gelmişler. Hayretle bakıyorum. Çünkü o hayatı görmemişim. Çıkıyorlar, dansediyorlar. İngiliz’i var, Fransız’ı var, İtalyan’ı var, Macar’ı var. İlk defa sahneye çıkacağım. "Korkma" dediler. Dualarımızı ettik. Çıktım sahneye. Çıkarken bir şirinlik edeyim dedim. Koşa koşa geldim. Zıpladım. Zıplamamla yere yuvarlanmam bir oldu. Pist kayganmış. Kaygan olsun, diye cilalanırmış. Ağlamaya başlayacaktım.

O anda iki göz gördüm. Teyzemin gözlerini. "Devam et," diye işaret ediyor. Halk alkışlıyor, "bis" diye bağırıyor. Düşmenin "bis"i olur mu! Bir daha düşülür mü! Dansımı sürdürdüm. Sahneye ilk adımımı böyle attım. Ondan sonra da ne sahnede,  ne özel hayatımda hiçbir şekilde düşmemeye gayret ettim.




MUZAFFER HEPGÜLER / Eskişehir'de turnedeyiz. Oyundan sonra kapıda bir adam yakaladı beni. Kellifelli. Lacivertlerini çekmiş.

"Beyefendi, müsaade ederseniz bir şey soracağım," dedi.

"Buyrun?" dedim.

"Bu tiyatrodan kaç para alıyorsunuz?"

"Bir şeyler alıyoruz işte," dedim.

"Ben sünnetçiyim. Benimle çalışırsanız burada aldığınızın iki katını veririm."

"Ben sünnetçilikten anlamam ki," dedim.

"Siz sünnet etmeyeceksiniz," dedi adam. "Yanımda durup sünnet edeceğim çocuklarla konuşacaksınız."

Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Adam devam etti:

"Onlar nasıl olsa bayılır, ben de rahat rahat işimi yaparım."




AZİZ BASMACI / Fındıkzade'de Kart Horozu oynuyoruz. Kart Horoz, Vahi

Öz... Yaşlı bir çapkın. Oyun her gece dolup taşıyor. Bir gece, ikinci sıranın kenarında oturan bir seyirci keyfimizi kaçırdı. Adam sarhoş. Arada bir yüksek sesle konuşuyor, sahneye laf atıyor. Birinci perdenin bitmesini bekliyoruz. İçeriye haber gönderip adamı ikaz edeceğiz.

Vahi Bey son derece efendi bir insandı. Kimseyi kırmaz, kimseye kötü davranmazdı. Yanlışları, terbiyesizlikleri bile hoş görmeye çalışırdı. Baktım, o bile sinirden titriyor; sahnede rolünü dilediği gibi oynayamıyor.

İlk perdenin sonuna doğru, "Hadi be!" diye bağırdı sarhoş seyirci. "Horoz dediler, insan çıktı. Horozdan insan mı olurmuş!"

Vahi Bey dayanamadı, sahnenin önüne ilerledi. Gözlerini seyirciye dikerek, "Beyim," dedi, "ayıdan insan oluyor da horozdan insan niye olmasın?"

Bir alkış koptu. Sarhoş seyirci kalktı, kaçarcasına salondan çıktı gitti. Biz de oyunumuzu keyifle sürdürdük.




ADİLE NAŞİT / Turnelerde Gazanfer Özcan hortlak kılığına girer, bir çarşafa bürünüp beni korkuturdu.

Bursa'daydık. Bir gece de ben onu korkutayım dedim. Çarşafa bürünüp otelin koridoruna çıktım. Meğer o anda Gazanfer Bey de çarşafa bürünmüş, beni korkutmaya geliyormuş.

Koridorda karşılaştık. Çığlığı basıp tabana kuvvet kaçan yine ben oldum.



NEJAT UYGUR / Adana' da Gönül Avcısı'nı oynuyoruz. Çapkınlık üstüne kurulu bir oyun... Üç kadını birden seviyorum. Sonra üçü de beni bırakıp gidiyor. Arkasından duygulu bir sahne başlıyor. Tek başıma arpacı kumrusu gibi düşünüyorum.

Tam o bölüm oynanırken, sahnenin üstünde, sofitada iki kedi sesi... Kedi sesine benim kadar gülen bir başka insan yoktur dünyada. Ama kendimi tuttum. Sözlerimi söylüyorum, yukarıda kediler miyavlıyor.

Derken sahnenin tam ortasına küüt diye düştüler. Biri, erkek olanı, cansız yığılıp kaldı. Dişi kedi ise yalpalaya yalpalaya sahneden kaçtı.

Erkek kediyi gösterdim:

"İşte bir şehvet kurbanı daha!"

Hayatımın en büyük alkışını, kahkahasını o anda aklım.




ALTAN ERBULAK / Küçük Sahne'de Aşk Otu'nu oynuyoruz. Bir cumartesi matinesini kaldırmışlar. Haldun (Dormen) bana haber vermedi. Ben her zamanki gibi makyaja oturdum. Öteki oyuncuların her şeyden haberleri var ama bir şey çaktırmıyorlar.

Bir güzel makyajımı yaptım. Ziller verildi. Sahneye çıktım. Bende miyop 5.5 derece. Karşıda ışıklar şıkır şıkır. Bir şey görmüyorum. Başladım oyuna.

Rol icabı, Madelet Tibet, seyircilerin arasından geçerek sahneye çıkıyordu.

Bir de baktım, salonda onun sözlerini yer gösterici Madam Mari söylüyor! "Eyvah," dedim kendi kendime, "Madelet Hanım hastalannuş; onun rolünü Madam Mari oynayacak!"

Bendeki dehşeti düşünün... O sırada salondan tanıdık kahkahalar yükseldi. Bir alkış patladı! Durumu kavradım ama olan olmuştu!



MÜJDAT GEZEN / 1963 yılıydı. Muammer Karaca'nın tiyatrosundayım. Ama o sıralarda oynanan Lahmacun Cumburiyetı'nde rolüm yok.

Günün birinde Muammer Bey, oyunculardan birini tiyatrodan atmaya karar vermiş. Beni ·çağırdı. "Akşama şu rolü seyret, yann sen oynayacaksın" dedi.

Bir günde rol hazırlamak! Çaresiz boyun eğdim. "Peki efendim," dedim: "Ne zaman prova yapacağız?"

"Ne provası?" dedi Muammer Bey, "Biz terzi miyiz, oğlum?"

Yorumlar