SÖZLERİ YANGINLARDI, KUYULARDI SÖZLERİ. O NAZIM HİKMET’Tİ / günlerden 3 Haziran

 

Nâzım Hikmet aşıktı.

Öyle böyle değil çok aşıktı.

Delicesine, çılgıncasına aşıktı.

Son ve büyük aşkı Vera anlatıyor...


Birinci katla ikinci kat arasındaki merdiven boşluğunda durdun.

Kollarımdan sıkıca tutmuş suskun bir halde yüzüme bakıyordun ve hiç konuşmadan öylece duruyorduk. Gözlerin yüzümde dolaşıyordu.

‘Sizi seviyorum. Anlıyor musunuz? Sizi seviyorum.’

Çok alçak bir sesle söyledin bunları. Ağlıyordun. Daha önce hiç ağlayan bir erkek görmemiştim.

Gözlerimi ayırmadan ıslak yüzüne bakıyordum. Öğle tatili olmuştu.

İnsanlar önümüzden geçip koşuşturuyorlardı. Aşağı-yukarı, yukarı-aşağı. Ama biz onları fark etmiyorduk bile.

‘Herhalde bu durum size gülünç geliyordur. Sizin ancak dedeniz olabileceğim aklınızdan geçiyordur. Sizin yerinizde olsam ben de öyle düşünürdüm… Ama anlayın, yüreğim yanıyor, kan akışım hızlanıyor. Sizi öylesine seviyorum.’

‘Lütfen ağlamayın’ diye usulca rica ettim.

‘İki saat sonra yurtdışına gidiyorum. Bana hiç ümit veremeyeceğinizi anlıyorum. Bir daha bu konuyu açmayacağıma, asla anımsatmayacağıma söz veriyorum. Moskova’ya ancak sizi unutmayı başardığımda döneceğim.’


Nazım sözünü tutmadı, tutamadı.

Fakat aşkının ihtişamı sonunda Vera’yı da sarıp, sarmaladı.

Ve Nâzım yazdı.

  

Kimseler yapamaz senin resmini

Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin

Aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında

Dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler

Bizden en uzak gezegenin kederi

Aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin

Sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerin de

Bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır

Kimseler yapamaz senin resmini

Kıyıdan açılanın tanyerinden esenin

Sen kendi resmini kendin de yapamazsın

Gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde

Aynaların içine girip ötelere gitme boşuna

Yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri

Sen kendi resmini kendin de yapamazsın

Bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde

Senin resmini ben yapacağım.

 

Nâzım hep yazdı.

Uzaktayken yazdı.

Vera yanıbaşındayken yazdı.

Çığlık çığlığa yazdı.

 

Martılara rastlamadım

balıklar kovalamadı dümen suyunu

ve üç gün üç gece

bulutların önünden

ağır bir keder gibi akıp geçti Baltık denizi

ve ben ordaydım yine sensiz

ve içimde seni ittirmenin korkusu

dönüp bulamamak seni

seni ve şehri bulamamak yerinde

seni, şehri ve dünyamızı.

 

* * *

 

Koynumda çırılçıplaksınız

şehir akşam ve sen

aydınlığınız yüzüme vuruyor

bir de saçlarınızın kokusu.

Bu çarpan yürek kimin

sesleri soluklarımızın üstünde küt küt atan

senin mi şehrin mi akşamın mı

yoksa benimkisi mi?

Akşam nerde bitiyor nerde başlıyor şehir

şehir nerde bitiyor sen nerde başlıyorsun

ben nerde bitip nerde başlıyorum?

 

Umutsuzdu bazen.

Bazen de mutlu.

Hiçbir şey vazgeçiremedi Nazım’ı yazmaktan.

 

Bu sıcaklarda seni düşünüyorum

çıplaklığını

boynunu bileklerini

minderde ak bir kuş gibi yatan ayağını

senin söylediklerini.

Bu sıcaklarda seni düşünüyorum

bilmiyorum aklımda en çok kalan ne

gözümün önüne gelen

boynun mu bileklerin mi çıplak ayağın mı

bana benim olurken söylediklerin mi?

Bu sarı sıcaklarda seni düşünüyorum

bu sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp

yalnızlığımı soyunuyorum

biraz da ölüme benzeyen yalnızlığımı.

 

* * *

 

Sen benim sarhoşluğumsun

ne ayıldım

ne ayılabilirim

ne ayılmak isterim

başım ağır

dizlerim parçalanmış

üstüm başım çamur içinde

yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.

 

* * *

 

Yoruldun ağırlığımı taşımaktan

ellerimden yoruldun

gözlerimden gölgemden

sözlerim yangınlardı

kuyulardı sözlerim

bir gün gelecek ansızın gelecek bir gün

ayak izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde

uzaklaşan ayak izlerimin

ve hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.

 

* * *

 

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi

geceleyin ateşler içinde uyanarak

ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,

ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,

telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,

seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.

İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık

içimde kımıldanan bir yer gibi,

seviyorum seni “yaşıyoruz çok şükür!” der gibi.

 

Ve Nâzım yazdı.

Yaklaşan ölümünü bilircesine yazdı.

 

Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi

senin sayende.

Bütün yemişler elime elime güneştenmişim gibi uzanıyor

senin sayende.

Senin sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı.

Yüreğimin çalışı senin sayende.

En yalnız akşamlarım bile duvarında gülen bir Anadolu kilimi

senin sayende.

Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu

bir gül bahçesinde dinlendim senin sayende

Senin sayende, içeri sokmuyorum

en yumuşak urbalarını giyip

büyük rahatlığa çağıran türküleriyle kapımı çalan ölümü.

 

* * *

 

Gelsene dedi bana

Kalsana dedi bana

Gülsene dedi bana

Ölsene dedi bana

Geldim

Kaldım

Güldüm

Öldüm.


Vera anlatıyor yine...

Her zaman uyandığımdan daha erken uyandım. Perdesiz pencereden doğruca gözüme gelen güneş uyandırmıştı beni. Ev sessizdi. Seni uyandırmak istemediğimden kalkmadım. On beş dakika kadar geçmişti herhalde ve sabah postasının kutumuza bırakıldığını işittim, demek ki saat 7:20’ydi.

Posta kutusunun kapağını ses yapıp seni uyandırmasın diye özellikle değiştirmiştim ama sen gene de her sabah postacının sesine uyanıyordun. Gene öyle oldu. Birkaç dakika sonra kalktın ve neredeyse koşar adım kapıya yöneldin.

Önce sana sesleneyim diye düşündüysem de biraz daha şekerleme yapmaya karar verdim.

Dönmedin.

Bir dakika geçti, iki dakika…

Sokak kapısını açtığını işitmiştim ama nedense kuşku verici bir sessizliğe bürünmüştün ardından.

Birazcık daha yattım. Ne var ki huzursuz olmuştum. Bir güç beni kalkmaya ve nerede saklandığını bulmaya zorluyordu. Bir şeyler yemek ya da sigara içmek istemiş olabileceğini düşündüm.

Kalkıp mutfağa gittim. Orada değildin. Banyonun, sonra tuvaletin kapısını açıp baktım. Birden dehşete kapılmıştım. Öyle korkunç bir duyguydu ki sanki kaynar sular dökülüyordu başımdan aşağı…

Koridora yöneldim ve seni orada, askılığın yanında yerde gördüm. Sırtın kapıya yaslanmış, elin yere dayalı, bir ayağın Türk usulü bağdaş kurmuş gibi kıvrık, diğeri serbestçe ileri uzanmış oturuyordun.

Beyaz yüzün ve alışılmışın dışında sakin ifadenden, o dakikada anladım ölmüş olduğunu.


Nazım, biricik Vera’sının anlattığı gibi veda ettiğinde hayata, yeni şiirler, yeni duygular, yeni heyecanlar, umutlar, öfkeler ile dünyamıza yeni soluklar vermeye de veda etti.

Asıl özlem, asıl acı, yokluk, yoksunluk bu olmalı.

Gerçi o, üzerine düşeni çoktan ve fazlasıyla yapmıştı.

Ve işte o unutulmaz vedası...

 

Bizim avludan mı kalkacak cenazem?

Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?

Asansöre sığmaz tabut, merdivenlerse daracık.

Belki avluda diz boyu güneş ve güvercinler olacak,

Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, belki ıslak asfaltıyla yağmur.

Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.

Kamyona, yerli gelenekle yüzüm açık yükleneceksem,

bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden

uğurdur.

Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,

Meraklıdır ölülere çocuklar.

Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.

Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.

Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğimiz kadar.

Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize…


O gün, 3 Haziran 1963’tü.

Bugün, o gündür.

Ve o gün bugündür Nazım Hikmet gibi yazan olmadı aşkı, hasreti ve öfkeyi…




Aziz Nesin anlatıyor:

1951'deki açlık grevi sırasında Nazım Hikmet’i İstanbul’a hastaneye getirmişlerdi. Ziyaretine gittim. O sırada şiirlerimi takma isimle yazıyordum. Şiirlerin benim olduğunu anlamış. Bunları bir daha yazma diye beni uyardı. Yazıların çok güzel, yazmaya devam et ama böyle şiir yazma dedi. Ben yıllar sonra onun ne demek istediğini anlayabildim.


DİĞER 3 HAZİRAN’LAR

  • 1892 - İngiliz futbol takımı olan Liverpool kuruldu.
  • 1957 - Türkiye Güreş Millî Takımı, serbest stilde dünya güreş şampiyonu oldu.
  • 1964 - Futbolun 'Ordinaryüs'ü Lefter Küçükandonyadis, Fenerbahçe - Beşiktaş arasındaki jübile maçıyla futbola veda etti.
  • 1965 - Edward Higgins White, uzayda yürüyen ilk Amerikalı oldu.
  • 1989 - Pekin'de Tiananmen Meydanı'ndaki büyük gösteriye asker müdahale etti: 2 bin civarında öğrenci öldü.

 

3 HAZİRAN’DA DOĞANLAR

  • 1925 - Tony Curtis, Amerikalı aktör (ö. 2010)
  • 1939 - Erdoğan Tokatlı, Türk sinema yönetmeni, yazar ve çevirmen (ö. 2010)
  • 1941 - Suna Kıraç, Türk iş insanı ve Koç Holding Yönetim Kurulu başkan vekili (ö. 2020)

 

3 HAZİRAN’DA ÖLENLER

  • 1924 - Franz Kafka, Çek yazar (d. 1883)
  • 1963 - Nâzım Hikmet Ran, Türk şair ve oyun yazarı (d. 1902)
  • 1989 - Ayetullah Humeyni, İran'ın dini lideri (d. 1902)
  • 2001 - Anthony Quinn, Amerikalı sinema oyuncusu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (d. 1915)
  • 2003 - Ercan Arıklı, Türk gazeteci (d. 1940)
  • 2016 - Muhammed Ali, Amerikalı profesyonel boksör (d. 1942)

 

Yorumlar