Nâzım
Hikmet aşıktı.
Öyle
böyle değil çok aşıktı.
Delicesine,
çılgıncasına aşıktı.
Son ve büyük aşkı Vera anlatıyor...
Birinci
katla ikinci kat arasındaki merdiven boşluğunda durdun.
Kollarımdan
sıkıca tutmuş suskun bir halde yüzüme bakıyordun ve hiç konuşmadan öylece
duruyorduk. Gözlerin yüzümde dolaşıyordu.
‘Sizi
seviyorum. Anlıyor musunuz? Sizi seviyorum.’
Çok
alçak bir sesle söyledin bunları. Ağlıyordun. Daha önce hiç ağlayan bir erkek
görmemiştim.
Gözlerimi
ayırmadan ıslak yüzüne bakıyordum. Öğle tatili olmuştu.
İnsanlar
önümüzden geçip koşuşturuyorlardı. Aşağı-yukarı, yukarı-aşağı. Ama biz onları
fark etmiyorduk bile.
‘Herhalde
bu durum size gülünç geliyordur. Sizin ancak dedeniz olabileceğim aklınızdan
geçiyordur. Sizin yerinizde olsam ben de öyle düşünürdüm… Ama anlayın, yüreğim
yanıyor, kan akışım hızlanıyor. Sizi öylesine seviyorum.’
‘Lütfen
ağlamayın’ diye usulca rica ettim.
‘İki
saat sonra yurtdışına gidiyorum. Bana hiç ümit veremeyeceğinizi anlıyorum. Bir
daha bu konuyu açmayacağıma, asla anımsatmayacağıma söz veriyorum. Moskova’ya
ancak sizi unutmayı başardığımda döneceğim.’
Nazım
sözünü tutmadı, tutamadı.
Fakat
aşkının ihtişamı sonunda Vera’yı da sarıp, sarmaladı.
Ve
Nâzım yazdı.
Kimseler
yapamaz senin resmini
Kıyıdan
açılanın tanyerinden esenin
Aramasınlar
seni renklerin atlıkarıncasında
Dayanmış
tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler
Bizden
en uzak gezegenin kederi
Aramasınlar
seni uyaklarında ışıkla gölgenin
Sen
oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerin de
Bir
yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır
Kimseler
yapamaz senin resmini
Kıyıdan
açılanın tanyerinden esenin
Sen
kendi resmini kendin de yapamazsın
Gümüş
kanatlı bir balık sıçrıyor enginde
Aynaların
içine girip ötelere gitme boşuna
Yitirilmiş
erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri
Sen
kendi resmini kendin de yapamazsın
Bir
açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde
Senin resmini ben yapacağım.
Nâzım
hep yazdı.
Uzaktayken
yazdı.
Vera
yanıbaşındayken yazdı.
Çığlık
çığlığa yazdı.
Martılara
rastlamadım
balıklar
kovalamadı dümen suyunu
ve
üç gün üç gece
bulutların
önünden
ağır
bir keder gibi akıp geçti Baltık denizi
ve
ben ordaydım yine sensiz
ve
içimde seni ittirmenin korkusu
dönüp
bulamamak seni
seni
ve şehri bulamamak yerinde
seni,
şehri ve dünyamızı.
* *
*
Koynumda
çırılçıplaksınız
şehir
akşam ve sen
aydınlığınız
yüzüme vuruyor
bir
de saçlarınızın kokusu.
Bu
çarpan yürek kimin
sesleri
soluklarımızın üstünde küt küt atan
senin
mi şehrin mi akşamın mı
yoksa
benimkisi mi?
Akşam
nerde bitiyor nerde başlıyor şehir
şehir
nerde bitiyor sen nerde başlıyorsun
ben
nerde bitip nerde başlıyorum?
Umutsuzdu
bazen.
Bazen
de mutlu.
Hiçbir
şey vazgeçiremedi Nazım’ı yazmaktan.
Bu
sıcaklarda seni düşünüyorum
çıplaklığını
boynunu
bileklerini
minderde
ak bir kuş gibi yatan ayağını
senin
söylediklerini.
Bu
sıcaklarda seni düşünüyorum
bilmiyorum
aklımda en çok kalan ne
gözümün
önüne gelen
boynun
mu bileklerin mi çıplak ayağın mı
bana
benim olurken söylediklerin mi?
Bu
sarı sıcaklarda seni düşünüyorum
bu
sarı sıcaklarda bir otel odasında seni düşünüp
yalnızlığımı
soyunuyorum
biraz
da ölüme benzeyen yalnızlığımı.
* *
*
Sen
benim sarhoşluğumsun
ne
ayıldım
ne
ayılabilirim
ne
ayılmak isterim
başım
ağır
dizlerim
parçalanmış
üstüm
başım çamur içinde
yanıp
sönen ışığına düşe kalka giderim.
* *
*
Yoruldun
ağırlığımı taşımaktan
ellerimden
yoruldun
gözlerimden
gölgemden
sözlerim
yangınlardı
kuyulardı
sözlerim
bir
gün gelecek ansızın gelecek bir gün
ayak
izlerimin ağırlığını duyacaksın içinde
uzaklaşan
ayak izlerimin
ve
hepsinden dayanılmazı bu ağırlık olacak.
* *
*
Seviyorum
seni ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin
ateşler içinde uyanarak
ağzımı
dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır
posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telaşlı,
sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum
seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.
İstanbul’da
yumuşacık kararırken ortalık
içimde
kımıldanan bir yer gibi,
seviyorum
seni “yaşıyoruz çok şükür!” der gibi.
Ve
Nâzım yazdı.
Yaklaşan
ölümünü bilircesine yazdı.
Her günüm mis gibi dünya kokan bir kavun dilimi
senin
sayende.
Bütün
yemişler elime elime güneştenmişim gibi uzanıyor
senin
sayende.
Senin
sayende yalnız umutlardan alıyorum balımı.
Yüreğimin
çalışı senin sayende.
En
yalnız akşamlarım bile duvarında gülen bir Anadolu kilimi
senin
sayende.
Şehrime
ulaşamadan bitirirken yolumu
bir
gül bahçesinde dinlendim senin sayende
Senin
sayende, içeri sokmuyorum
en
yumuşak urbalarını giyip
büyük
rahatlığa çağıran türküleriyle kapımı çalan ölümü.
* *
*
Gelsene
dedi bana
Kalsana
dedi bana
Gülsene
dedi bana
Ölsene
dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm.
Vera
anlatıyor yine...
Her
zaman uyandığımdan daha erken uyandım. Perdesiz pencereden doğruca gözüme gelen
güneş uyandırmıştı beni. Ev sessizdi. Seni uyandırmak istemediğimden kalkmadım.
On beş dakika kadar geçmişti herhalde ve sabah postasının kutumuza
bırakıldığını işittim, demek ki saat 7:20’ydi.
Posta
kutusunun kapağını ses yapıp seni uyandırmasın diye özellikle değiştirmiştim
ama sen gene de her sabah postacının sesine uyanıyordun. Gene öyle oldu. Birkaç
dakika sonra kalktın ve neredeyse koşar adım kapıya yöneldin.
Önce
sana sesleneyim diye düşündüysem de biraz daha şekerleme yapmaya karar verdim.
Dönmedin.
Bir
dakika geçti, iki dakika…
Sokak
kapısını açtığını işitmiştim ama nedense kuşku verici bir sessizliğe
bürünmüştün ardından.
Birazcık
daha yattım. Ne var ki huzursuz olmuştum. Bir güç beni kalkmaya ve nerede
saklandığını bulmaya zorluyordu. Bir şeyler yemek ya da sigara içmek istemiş
olabileceğini düşündüm.
Kalkıp
mutfağa gittim. Orada değildin. Banyonun, sonra tuvaletin kapısını açıp baktım.
Birden dehşete kapılmıştım. Öyle korkunç bir duyguydu ki sanki kaynar sular
dökülüyordu başımdan aşağı…
Koridora
yöneldim ve seni orada, askılığın yanında yerde gördüm. Sırtın kapıya
yaslanmış, elin yere dayalı, bir ayağın Türk usulü bağdaş kurmuş gibi kıvrık,
diğeri serbestçe ileri uzanmış oturuyordun.
Beyaz yüzün ve alışılmışın dışında sakin ifadenden, o dakikada anladım ölmüş olduğunu.
Nazım,
biricik Vera’sının anlattığı gibi veda ettiğinde hayata, yeni şiirler, yeni
duygular, yeni heyecanlar, umutlar, öfkeler ile dünyamıza yeni soluklar vermeye
de veda etti.
Asıl
özlem, asıl acı, yokluk, yoksunluk bu olmalı.
Gerçi
o, üzerine düşeni çoktan ve fazlasıyla yapmıştı.
Ve işte o unutulmaz vedası...
Bizim
avludan mı kalkacak cenazem?
Nasıl
indireceksiniz beni üçüncü kattan?
Asansöre
sığmaz tabut, merdivenlerse daracık.
Belki
avluda diz boyu güneş ve güvercinler olacak,
Belki
kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, belki ıslak asfaltıyla yağmur.
Ve
avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.
Kamyona,
yerli gelenekle yüzüm açık yükleneceksem,
bir
şey damlayabilir alnıma bir güvercinden
uğurdur.
Bando
gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
Meraklıdır
ölülere çocuklar.
Bakacak
arkamdan mutfak penceremiz.
Balkonumuz
geçirecek beni çamaşırlarıyla.
Ben
bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğimiz kadar.
Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize…
O
gün, 3 Haziran 1963’tü.
Bugün,
o gündür.
Ve o
gün bugündür Nazım Hikmet gibi yazan olmadı aşkı, hasreti ve öfkeyi…
Aziz
Nesin anlatıyor:
1951'deki
açlık grevi sırasında Nazım Hikmet’i İstanbul’a hastaneye getirmişlerdi.
Ziyaretine gittim. O sırada şiirlerimi takma isimle yazıyordum. Şiirlerin benim
olduğunu anlamış. Bunları bir daha yazma diye beni uyardı. Yazıların çok güzel,
yazmaya devam et ama böyle şiir yazma dedi. Ben yıllar sonra onun ne demek
istediğini anlayabildim.
DİĞER
3 HAZİRAN’LAR
- 1892 - İngiliz futbol takımı olan Liverpool kuruldu.
- 1957 - Türkiye Güreş Millî Takımı, serbest stilde dünya güreş şampiyonu oldu.
- 1964 - Futbolun 'Ordinaryüs'ü Lefter Küçükandonyadis, Fenerbahçe - Beşiktaş arasındaki jübile maçıyla futbola veda etti.
- 1965 - Edward Higgins White, uzayda yürüyen ilk Amerikalı oldu.
- 1989 - Pekin'de Tiananmen Meydanı'ndaki büyük gösteriye asker müdahale etti: 2 bin civarında öğrenci öldü.
3
HAZİRAN’DA DOĞANLAR
- 1925 - Tony Curtis, Amerikalı aktör (ö. 2010)
- 1939 - Erdoğan Tokatlı, Türk sinema yönetmeni, yazar ve çevirmen (ö. 2010)
- 1941 - Suna Kıraç, Türk iş insanı ve Koç Holding Yönetim Kurulu başkan vekili (ö. 2020)
3
HAZİRAN’DA ÖLENLER
- 1924 - Franz Kafka, Çek yazar (d. 1883)
- 1963 - Nâzım Hikmet Ran, Türk şair ve oyun yazarı (d. 1902)
- 1989 - Ayetullah Humeyni, İran'ın dini lideri (d. 1902)
- 2001 - Anthony Quinn, Amerikalı sinema oyuncusu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi (d. 1915)
- 2003 - Ercan Arıklı, Türk gazeteci (d. 1940)
- 2016 - Muhammed Ali, Amerikalı profesyonel boksör (d. 1942)
Yorumlar
Yorum Gönder