ÇEŞME’DE YAŞANAN SAVAŞ DEĞİL, FELAKETTİ / günlerden 5 temmuz

 


 

Tarihe Osmanlı-Rus Savaşı olarak geçen ve 1768-1774 yılları arasını kapsayan sürecin, 5 Temmuz 1770 günüydü.

Rus filosundaki tüm gemilerin kılavuz kaptanları, gemilerde görevli subayların çoğu İngiliz, Fransız, Yunan, Danimarkalıydı ve Ege’deki adaların Rum halkı da yanlarındaydı.

Ve iki donanma Karaburun yarımadası ile Sakız adası arasında, Çeşme Körfezi'nin kuzey tarafında karşılaştı.

Ali Rıza İşipek ve Oğuz Aydemir’in “1770 Çeşme Deniz Savaşı” kitabında öyle bir bölüm var ki, 10 binden fazla Türk denizcisinin hayatını kaybettiği o günü, denizdeki yaralıları toplamakla görevlendirilen bir İngiliz subayın ağzından yansıtıyor:

“Filikamızla yanmakta olan Türk gemisine yakın bulunuyorduk ve gemi üzerinde 30 kadar denizci saydık. Yine o sırada gemiye yaklaşmış bulunan bir Rum teknesi de gördük. Bu Rum teknesi sahilde bulunanlar üzerine peşrev ve salkım gülle atarak onları dağıttı. Böylece Türkler artık sahilden ateş edemediler.

Tam bu sırada yakınımıza filikası ile Yüzbaşı Mackenzie geldi. Bana denizden bir Türk çıkardıklarını, kendisinin Türk Amiral Gemisi kaptanı olduğunu söylediğini ve Rusların onu denize atıp boğmak üzere bulundukları haberini verdi.

Bunu duyunca onu bana teslim etmesi için yüzbaşıya yalvardım. Yüzbaşı bütün Türklerin öldürülmesini, hiçbirinin canlı kalmaması için Kont Orlov’dan emir aldıklarını söyledi.

Yüzbaşı Mackenzie’ye konuyu yanlış anlamış olabileceğini, çünkü yiğit bir asker ve liberal duygulu bir komutan olarak tanınmış Kont Orlov gibi bir kişinin insanlığa aykırı böyle bir emir vermesinin mümkün olamayacağını, nitekim Amiral Elphinstone’nun bize mümkün olan herkesi kurtarmamız için emir verdiğini söyledim.

Biz yüzbaşı ile böyle tartışırken yüzümü çevirerek bu talihsiz Türk centilmenine bakıyordum. O bu tartışmanın kendisi için yapıldığını anlıyordu. O sağ kolu ile sol bacağından kurşun ile yaralanmış ve düşmanın elinde esir idi. Ancak böyle bir durumda bile asil ve yiğit bir tavır sergileyebiliyor ve etrafındakilerden o kadar yüksek görülüyordu ki, onun saygın bir kişi olduğuna inandım.

Tartışmamıza büyük ölçüde ilgili görülüyor, en ufak bir manalı harekette bana dönüyor, kendi hayatını kurtarmam için çalıştığımdan haberli olduğunu bana hissettiriyordu.

Fakat eyvah, benim bütün bu karşı koymam, yalvarmalarım boşa gitti. Çünkü sözlerim ile Yüzbaşı Mackenzie’in insanlık damarlarının insafa gelip esiri bana teslim edeceği sırada Rumlarla dolu bir sandal yanımıza geldi. Bu Rumlardan biri onun Türk olduğunu saçının kesilme biçiminden anlayınca birdenbire yüzbaşının filikasına sıçrayarak yaralı esiri denize fırlattı. Başka bir Rum ise hemen aynı anda tüfeğini çevirip ona ateş etti. Kurşun Türk’ün omzunu derin bir şekilde yaralayarak geçti. Bu vahşet manzarası karşısında yüreğimin parçalandığım hissettim.

Sandalımı hemen onların sandalından uzaklaştırdım. Aynı anda yaralı Türk’e Fransızca olarak yanıma gelmesini kendisini kurtaracağımı haykırıyordum. Bu sözlerim ona kuvvet verdi, suda bana doğru döndü, sağ elini sudan çıkardı ve öper gibi ağzına götürerek hakkında gösterdiğim iyi niyete teşekkürünü bildirdikten sonra bütün kuvveti ile bize doğru yüzmeye başladı. Benim filika kürekçileri de ona doğru kürek çekmeye başladılar. Ben kendisini filikaya çekmek için başa koşmuştum.

Fakat onun elini tutmuştum ki, bir korkak ve insanlıktan nasibini almamış olan yüzbaşı adamlarına yaralıya ateş edilmesi için emir verdi.

Atılan kurşun büyük bir şans eseri olarak vücuduna isabet etmedi. Boynunun bir yanına değip geçti. Bunun üzerine onun bir an önce ümit ve memnuniyetle dolu yüzü değişti ve elini şiddetle elimden çekerek dalgaların içine daldı. Bu hareket karşısında bütün ruhum sarsılmıştı.

Beni en çok üzen şey, kalleşlik etmiş olduğum, onu öldürtmeye çalıştığım duygusunun düşüncesine kapılacağı idi.

Ancak bu üzüntüm çabucak geçti. Şimdi onu tekrar denizin yüzeyinde görüyor, gözlerimi ondan ayırmıyordum. O da bana bakıp tekrar elini başına kaldırıp öpmek sureti ile bütün tavrı ile onu kurtarmak istediğimi anladığını anlatmaya çalıştı. Sonra döndü ve deniz kıyısına doğru yüzmeye başladı.”

O kişi daha sonra Kaptan-ı Derya olan ve gönüllü olarak gittiği Cezayir’de bulunduğu sırada yavru bir aslanı sahiplenerek, yanından hiç ayırmadığı için adı tarihe Aslanlı Paşa olarak geçen Cezayirli Gazi Hasan Paşa’ydı.

 

DİĞER 5 TEMMUZ’LAR

  • 1939 - Valilerin CHP il başkanlığı görevlerine son verildi.
  • 1939 - Enver Paşa'nın çocuk ve torunlarının Türk vatandaşlığına alınmalarına ve yurda dönmelerine izin veren yasa çıktı.
  • 1954 - BBC, ilk televizyon haber bültenini yayınladı.
  • 1954 - Elvis Presley, ilk şarkı kaydını gerçekleştirdi.
  • 1998 - Japonya, Mars'a bir uzay aracı gönderdi ve uzay araştırmaları alanında, ABD ve Rusya'dan sonra üçüncü ülke oldu.

 

5 TEMMUZ’DA DOĞANLAR

  • 1925 - Natuk Baytan, Türk senarist, oyuncu ve film yönetmeni (ö. 1986)
  • 1953 - Müslüm Gürses, Türk şarkıcı ve oyuncu (ö. 2013)
  • 1982 - Tuba Büyüküstün, Türk dizi oyuncusu

 

5 TEMMUZ’DA ÖLENLER

  • 1964 - Talat Aydemir, Türk asker ve 22 Şubat 1962 ve 20 Mayıs 1963 başarısız darbe girişimlerinin lideri (d. 1917)
  • 1987 - İdris Küçükömer, Türk iktisatçı ve düşünür (d. 1925)
  • 2021 - Raffaella Carrà, İtalyan şarkıcı, oyuncu (d. 1943)

 

Yorumlar